GERÇEKLERİN BULUNMASI GÖZLEMLE BAŞLAR

Prof. Dr. Cihan Dura

Modern bilimler olguların gözlemiyle başlamış ve gelişmiştir. Gözlem bilimsel yöntemin birinci ve olmazsa olmaz aşamasıdır. 

Gerçeklerin bulunması önce gözlem gerektirir, sonra gözlemden hipoteze geçilir. Hipotez, “araştırılan olgu hakkında oluşturulmuş doğru olduğu sanılan, geçici bir görüş”tür, yanlış da olabilir. Bu sebeple hipotezin doğru mu değil mi diye sınanması, test edilmesi gerekir. Eğer hakkında yeterli sayıda destekleyici kanıt elde edilirse, hipotezin doğru olduğu kabul edilir. Yeni bilgi sistemli bir şekilde ifade edilerek gerçek bilim dünyasına duyurulur. Gözlem yapan; soru sorar. Soru bir yanıt, bir açıklama bulmaya, açıklama ise hipoteze götürür: Hipotez de bilim insanını teori kurmaya sevk eder, teoriler bir araya gelerek bilimleri oluşturur.

Gözlem nedir? Gözlem; “olguları anlamak için, onların kendiliğinden meydana gelen belirtilerini gözden geçirme, algılama ve kaydetme işidir.”  Örneğin bir taş atıyor, taşın hareketini takip ediyorum. Bir çiçeğin nasıl büyüyüp geliştiğini izliyorum.

Gözlem, “araştırmacının bir araç kullanıp kullanmadığı” ölçütüne göre ikiye ayrılır: Yalın gözlem, âletli gözlem… 

Eğer araştırmacı; olguların gözlemini, yalnızca duyularının ve aklının yardımıyla yapıyorsa, buna yalın (basit) gözlem adı verilir. Eğer araştırmacı nesnel gerçeğin gözlemini, duyularının ve aklının gücünü ve keskinliğini artırıcı araçlar kullanarak yapıyorsa, buna da âletli gözlem denir. Örnek: Bir avuç karı alıp çıplak gözlerimle gözlemliyorum, aynı karı mikroskop altında inceliyorum. Birincisi yalın, ikincisi ise âletli gözlemdir.

Gözlemde “gerçeği etkili bir bakışla görmek, ona âdeta el ile dokunur gibi olmak” gerekir. Bunun için temel koşul –tahmin edileceği gibi- âletli gözleme başvurmaktır. Aynı bilim dalından iki bilim insanı tasavvur edelim. Bunlardan hangisi âletli gözleme başvuruyorsa, diğerine oranla gerçeklere çok daha çabuk ve doğru olarak ulaşacaktır. Yine denebilir ki dünya uluslarının gücü, onların âletli gözleme başvurma derecesi ile doğru orantılıdır. Başka bir deyişle âletli gözlem bir uygarlık ölçüsüdür. Dünya ulusları arasındaki -örneğin Almanya ile Türkiye arasındaki- gelişmişlik farkları bu değişkenle de önemli ölçüde açıklanabilir.

Âletli gözleme ve onun sayesinde sağlanan başarılara örnekler verelim. İlk örneğim kozmolojiden, Hubble teleskobu… Keskin bir algılama gücüyle dünyanın çevresinde dolaşan, kendinden öncekilerden çok daha ayrıntılı görüntüler veren bu teleskop sayesinde uzayın en uzak noktaları gözlemlenebilmekte, çok daha kesin hesaplar yapılabilmekte; gezegenlerdeki iklim değişmeleri bile belirlenebilmektedir. Hopkins ultraviyole teleskobu sayesinde ise galaksiler arası ortamın gözlemi olanak dahiline girmiştir. Nasa Uzay Araştırma aracı, Venüs’ün yüzeyini duyarlı âletlerle taramaktadır. Günümüzde çok daha güçlü olan James Webb Uzay Teleskobu sayesinde ise, uzayın şimdiye kadar görülemeyen derinlikleri gözlemleniyor, yeni yeni galaksiler keşfediliyor.

Bilim adamları, araştırmalarında saniyede 1-4 milyar –hatta daha üzerinde- işlem yapan bilgisayarlar kullanıyor.  Yeni bir görüntüleme sistemi olan “bilgisayarlı konfokal laser tarama mikroskobu” ile, herhangi bir cisimden optik kesitler alınabiliyor. Fizikte “süper hızlandırıcılar tekniği” ile, kuarklar gözlemleniyor. Nesnel gerçeğin sınırlarına, atomun derinliklerine varılıyor. Sanal parçacıklar, “ışıktan hızlı ışık” olduğu görülüyor. Bilgisayar modelleri yoluyla, iklim değişmeleri tahmin ediliyor. 250 bin yıl öncesinin dünya iklimi bile gözlemlenebiliyor!

Âletli gözlem sayesinde, bileşik-olanı basit görme hatâsından kurtuluyoruz: Birçok yanlış görüşler bileşik (heterojen) olanı, basit (homojen) görmekten kaynaklanır. Gittikçe daha duyarlı teknikler içeren âletli gözlemler sayesindedir ki çok verimli analizler yaparız. Basit sandığımız bir olgunun, oluşturucu ögelerini fark etmeye başlarız. Sonra, o oluşturucu ögelerin de başka ve daha basit elemanlardan oluştuğunu görürüz. 

Bilim tarihinden de iki örnek vereyim: 

İtalyan bilgini Galileo (1564-1642) “âletli gözlem”e ilk başvuranlardandır. Kendi geliştirdiği teleskoplarla uzay hakkında daha önce hiç yapılmamış gözlemler gerçekleştirdi. Gözlemlerini yayınladığı Siderus Nuncius (Yıldız Habercisi) adlı kitapçığında Ay’ın yüzeyinde dağlar olduğunu, Samanyolu galaksisinin yıldızlardan oluştuğunu, Jüpiter gezegeninin dört uydusu olduğunu duyurdu. 

Hollandalı Antony Leeuwenhoek (1632-1723) da kendi yaptığı mikroskoplarla ilk olarak, -o zamana kadar kimsenin farkında olmadığı- bambaşka bir mimarîyi, sayısız ve ufacık yaratıkların yaşadığı esrarlı bir dünyayı gördü. Bir balinanın kas dokusunu, geyik kıllarını, ağaç kesitlerini, bitki tohumlarını, bir arının iğnesini inceledi. 

Bizim tarihimizde ise bu tür icatlar, bu tür gözlemler ne yazıktır ki yok denecek kadar az… Bundan dolayıdır ki, bugün Batı’ya oranla bilim ve teknik alanında çok geriyiz. Bu gerilik Batı karşısında bizi güçsüz kılıyor, savunmasız bırakıyor, gelişmemiz bile engelleniyor.

Şu kitabımdan faydalandım. Cihan Dura, Gerçeği Arayış, Galeati Yayınları, Ank., 2021.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Translate »