Siyah, beyaz bir Hayat’tı, benimkisi!
Kısa Roman
Siyah, beyaz, bir HAYAT’tı benimkisi…!!!
Yağmurlu bir gündü. Boş sokakların sessizliği ve loşluğu, arnavut kaldırımına düşen yağmur damlalarının telaşlı sesleri ve orada oturan yaşlı adam…
****
Altmış beş yaşlarında, kumral ve beyaz tenli, yüzü ise yılların çizdiği çizgilerle dolu, masmavi ve yorgun gözleri, hiç gitmiyor gözümün önünden.
Eski bir binanın önünde, ıslak merdiven basamaklarına oturmuş, yuvasız kuşlar gibi boynu bükük ve gam dolu, keder yumağı…
Tam o anda gençten bir kadın geçiyor, elinde şemsiyesi, karanlık ve loş sokak da yavaş, yavaş ilerleyerek..
Yaşlı adam ve yaşlı gözler, bakakalıyor kadının ardından….
Kadın, gözlerden kaybolasına kadar.
Belli ki mazisini hatırlattı ona…
Soruyorum amca burası karanlık, soğuk ve yağmurlu, neden burada oturuyorsun, gidecek yerin yokmu?
Yok evlat diyor, kimim kimsem kalmadı..
Anlıyorum ki, mazisi acı ve keder içinde geçmiş…
Derken; anlatmaya başladı.
Evlat;
Yıllar önce cok güzel bir kızla tanıştım,
saçları zeytin karası,
gözleri inci, mercan,
kaşları yay gibi,
sanki keman..
Yagmurlu bir gündü, o güzel kız, tamda bu binanın önünde, merdiven basamaklarına oturmuş ağlıyordu.
Elim de şemsiye, oradan geçerken, karanlık ve los sokakda, birisi patlak, ikisi çatlak sokak lambasının köhne ışıgında onu farkettim..
Önce biraz durakladım, ne yapıp, yapmam konusunda kendimi zor bir durumda hissettim, yaklaşmak istedim fakat sert bir tepkiden korktum, cok normaldi, aglayan bir kiz ve ne tepki vereceği belli değildi..
Belki aşk acısı çekiyordu yada aile problemi….
Ardından karar verdim, ne tepkiyle karşılasırsam karşılasayım, yanına yaklaşıp, bu kıza yardım edecektim.
Yaklaştım ve sordum;
Nedir bu halin, kimsin, nereden geliyor, neden ağlıyorsun?
Okadar çaresiz görünüyordu ki, yaşlı gözlerle bana bakarak, ürkek bir minik kuş edasıyla, hiççç dedi..
İnsan bir hiçden dolayı ağlarmı dedim, kendi, kendime..
Daha sonra oturdum yanına ve bende bir müddet sessiz kaldım, onunla birlikte.
Aradan 5-10 dakika geçti ve dedim ki;
Biliyormusun, suan Dünya’da senin gibi belki binlerce insan böylesi bir yağmurlu havada, yine senin gibi yanlız ve çaresizce dertlerine ağlıyorlar..
Kimi, hasta, kimi terk edilmiş, kimisi aç ve kimisi yuvasız..
Fakat sen bir hiç için aglıyorsun, öyle mi???
Genç kız,
ben bu sözleri söyledikten sonra, kafasını dizlerinden kaldırıp, bana bakarak gülümsedi..
İste o an karar verdim ki, aslında hayat, dolu, neşeli, capcanlı bir kızdı bu..
Bana kimsin, necisin diye hiç birsey sormadan başladı anlatmaya..
Okadar doluydu ki;
Gencecik yaşın da, biryani katran karası, bir yani çicek bahçesi gibiydi..
Dedi ki;
Sen, bir hiç için ağlıyorsun, diyorsun. Evet, ben hiç dediğim şeyler için ağlıyorum..
Hiç olan, benim için annemdi ve beni yillar önce kendi kaderime terkeden babamdı..
Annem, ben daha bebekken başka bir adamla beni, para, zevk, lüks bir hayat ve şehveti uğruna terk edip gitmiş,
babam ise beni bir yetimhaneye vermiş, ortalardan kaybolmuş..
Şuan yetimhane günüm doldu ve ben oradan çıkarıldım, yaşım artık orada kalmaya müsait değildi..
Gidecek ne bir yerim, sığınacak nede bir liman gibi ailem var, dedi..
İste, hiç dedigim şey buydu, ben bir hiç’im, neden aglamayayım ki…?
Şuan dünya da, bu dediğin insanlar, benim çektiğim SIKINTILARIN aynısından çekipte, sokakta yapayanlız kalmış ve aglıyorlarsa, işte onlar da hiç olduklarını hissettikleri için olabilir mi, sence?..!!!
Bir an ne diyeceğimi, ne yapacağımı saşırdım, kısa bir süre sessiz kaldık, boğazım düğümlendi, şaşkınlık içindeydim, hem, zeki, hem güzel hemde duygulu ve sevgiye aç bir kızdı..
Ardından, hadi dedim.
Bana baktı ve öyle şaşkındı ki, afalladı;
hadi mi dedi, neoldu ki?..
Gidiyoruz dedim.
Nereye diye sordu?
Ailemin yanına götüreceğim seni.
Önce hayir dedi, ama çaresizdi, üsüyor ve itiraz etmeye cok fazla gücü yoktu..
Gururluydu hissediyordum fakat çaresizlik, onu gururuna yenik düşürüyordu..
Birlikte bir şemsiyenin altında, yağmurlu ve los sokakda yavaş, yavaş ilerledik.
Ve işte, o gün benim hayatımın dönüm noktası olmuştu..
Yaşlı adam;
Şimdi ne yapıyorsun burada, amca dedin bana.
Ne mi yapıyorum?
Hayatımdan ders almadıgım yılların acısını çıkarıyorum.
Ardından, anlatmaya devam etti;
O dünyalar güzeli kızla, bir müddet sonra evlendim, okumak istiyordu ve ben okumasına müsade ettim.
Üniversiteye başladı, sonunda avukat oldu, ben ise bir şirkette müdürlüge terfi ettim.
İşim iyiydi, fakat ailem o kızı hicbir zaman istemediler ve ben onunla olmak için mücadele ettim. Ardından bir kızımız oldu, minik,minik elleri, yumuk, yumuk gözleri vardı, tıpkı annesi gibi cok güzeldi..
Eşim beni cok seviyordu, aşk vardı, sevgi vardı, sabır vardı, herseyden önemlisi de MiNNET duygusu ağır basıyordu.
Ben oldugumda sanki cok iyi bir insanmiydim ki evlat..!
Onun bu zaaflarını zamanla kullanmaya başladım, hani deriz ya bizde insaniz nefis sahibiyiz.
Evet, bu fedakarlıkları yaptım, bir genç kızın elinden tuttum onu sevdim ve eşim yaptım, fakat gençlik heveslerimden kurtulamamıştım, bir türlü.
Evliliğimin 3 yılından sonra yavaş, yavaş eski gençlik yıllarımda ki çapkınlığıma geri dönmeye başlamıştım.
Eşim bunları farkediyordu ama sabır etmeye de devam etti, birgün olsun bana sorgu, sual etmedi, kıskanclıklarını biliyordum ama hissettirmek istemiyordu, çünkü dediğim gibi içinde sevgi, merhamet, sabır ve minnnet duygusu daha ağır basıyordu..
Beni, iş çervemde ki samimi oldugum arkadaşlarım yoldan çıkardı desem yalan olmaz, evlat..!
Zaten insanında içinde varsa, şeytani hevesler, bu gibi insanlar da tuzu, biberi olurlar.
Çevre cok önemli evlat, konuştuğun, samimi olduğun insanlar cok önemli..
Hafta sonlarında eşimi yanlız bırakıp, iş arkadaşlarımla birlikte, o bar senin, bu bar benim, eğlenmeye başladık, aslında iş arkadaşlığı da değildi artık, hepsiyle resmen kanka olmuştuk.
Kadınlarımızı eleştiriyor, baska güzel kadınlara gidiyorduk..
Eşim, hem bana sabır gösteriyor, hemde mesleğin de bir numara olmak için mücadele ediyordu.
Sürekli benimle, inançdan ve aile güzelliginden bahsediyordu.
Şunuda söylemeden geçemiyeceğim, eşim cok inançlı ve inanç değerlerine önem veren biriydi, yani tek kelimeyle, pırlantaydı. Onun da, her insan gibi ufak, tefek huysuzlukları olurdu ama benimkilerin yaninda, bir HİÇ’ di..
Yıllar, yıllar, birbiri ardına geçti.
Birgün eşim bir dava için, şehirdışına gitmesi gerektiğini söyledi, bende tamam dedim.
Kızımızla ilgilenmemi ve onu annnemlere bırakmamamı söyledi.
Çünkü ailem, kızımı da eşimden dolayı sevmemişlerdi.
Oda ayrı bir hikaye, şimdi anlatsam saatler alır.
Herneyse;
Ben tamam diyerek eşimi yolladım ve ilk firsatta kızımı ailemin yanına bıraktım.
Bir kadın vardı, yeni tanıştığım, cok seksi ve güzel, yani oda diğerleri gibi..
İşte, o kadınla birlikte, kısa bir kaçamak yaşamak istemiştim.
Onu evime cağırdım ve birlikte içkilerimizi, mezelerimizi hazırladık, keyf içinde muhabbet ediyorduk.
Biranda anahtar sesi duydum, kapı açılıyordu ve ben irkildim, kadın sarhoştu ve kahkahalar atıyordu.
Kapı açıldı ve eşimi karşım da görünce beynimden vurulmuşa döndüm.
Şaskın ve aptallaşmış bir durum da, ne işin var burada, sen suan şehir dışında olman gerekmiyormuydu dedim, sesi çıkmadı.
Sadece bana öyle bir bakti ki, on senenin acısı o bakışların içinde saklıydı..
İçinde halen minnetiyle birlikte, seven aşk dolu gözler ve kusamadığı kin ve nefret vardı…
Hiç birsey söylemeden gerisin geriye çıktı gitti, ben bakakalmıştım ardından.
Çünkü diyecek hiç bir sözüm yoktu ona, yüzümde yoktu..
Kızımı yanına alıp, başka bir şehire taşınmıstı, eşim.
Arada bir kızımı görmek için gidiyordum, o sehire..
Daha sonra kızım, yurtdışında okumaya başladığını öğrendim.
Yıllar geçmişti, eşim amansız bir hastalığın pençesine düşmüş ve yine bana hiç birsey söylemeden bu dünyadan cekip gitmişti..
Ben artık dönülmesi zor bir yoldayim diyerek, kendimi yıllarca içkiye verdim, sapkınlıklar içerisinde hayatımı bu yaşıma kadar yaşadım..
İşimi daha o yıllarda kaybettim, is bulamadım, çünkü kötü hallerimden dolayı artik bana kimse iş’de vermiyordu, hani derler ya “Adın çıkmaya görsün” Evlat..
Birgün aç, birgün tok, Sonun da bende hasta oldum, amansız hastalıgın pencesine düştüm, anlayacağın..
Kızım ise, bilmiyorum şimdi nerelerde..
Ben, hem ailesinden darbe yiyen, hemde eşini ve kızını kaybeden biriyim, yani bende yillar önce burada ağlayan genc bir kızın dediği gibi,
sadece bir Hiç’im..
Neden ağlamayayım evlat;
Yıllar önce, bu merdiven basamaklarında oturan genç bir kızın yerinde oturuyorum, şuan..
Ve buradan gecen, elinde şemsiyesi, genç bir kadın, gördüm..
Şimdi hayat bize rollerini degiştirdi..
Anladım ki, insan nasıl yaşamak isterse, öyle yaşarmış..
Yani kısaca biz nefsimize degil, sadece inançlarımıza ve irademize tabi olmamız gerekiyormuş..
Yaptıgım bir iyilik ve bunca sene kötülük..
O iyiliği okadar ZORBA kullanmışım ki, kötülüklerimin önüne geçemedi..
Kısacası, EVLAT;
Siyah, beyaz bir Hayat’tı, benimkisi…
Dedi ve…..
Yerinden doğrularak, yağmurlu, loş ve köhne sokakda yavaş, yavaş ilerledi.
Tıpkı azönce buradan geçen, eli şemsiyeli genç kadın gibi, oda gözlerden kayboldu gitti…
Nurhayat Volkan