DÜNYA GERÇEĞİ VE MUTLAK GERÇEK ÜZERİNE
Düşünce yaşamımızın iki temel ögesi Bilinç ve Bilinç-Dışı’dır. Evren bilince yansır. Bilinç evreni bilir. Bilinç-Dışı’nı oluşturan nesneleri duyularımızla algılar, aklımızla düşünürüz.
Bilinç-Dışı’nın gerçeği “nesnel gerçek,” bilincin gerçeği ise “göreli gerçek”tir. Nesnel gerçek Evren’e, göreli gerçek Bilince aittir.
Nesnel gerçek, insan bilincinden bağımsız olan gerçektir, insan olmasa da vardır. Tektir, insandan insana değişmez. Batı’da ne ise, Doğu’da da odur. Bundan bin yıl önce ne idiyse, bugün de aynıdır. Farklı olan, insanların onun hakkındaki görüşleridir.
Nesnel gerçek; her insanın bilincine, kendisi ne ise o şekilde yansımaya yönelir. Fakat insanlar, o yansımadan, farklı farklı görüşler oluşturabilir. Çünkü insanların -zaman ve uzam (mekân) boyutunda- algılama ve muhakeme güçleri farklıdır. Örneğin, bundan bin yıl önce yaşayan bir “âlim”in ne mikroskobu ne teleskobu ne hassas ölçü âletleri vardı. Dolayısıyla bir nesnel gerçek olan hastalıkları ya da Satürn gezegenini açıklama biçimi, elbette bugünkü tıp bilginlerinin ya da astronomların görüşünden farklı olacaktı.
Günümüzde, hiç eğitim görmemiş ya da ancak ilkokulu bitirmiş olan bir bireyden, yine bir nesnel gerçek olan din olgusu hakkında, iyi yetişmiş bir aydının değerlendirmesini bekleyemeyiz.
İnsan; nesnel gerçeğin yansımalarını, duyuları ve aklıyla işleyerek, onun hakkında göreli gerçekler oluşturur.
Göreli gerçekler; nesnel gerçeğe ne ölçüde uygunsa, o ölçüde doğrudur.
İnsanlık yüzyıllardır nesnel gerçeği aramaktadır. Onun hakkında birtakım düşünceler oluşturmuş, onun şu ya da bu olduğunu sanmıştır. Bu sanılar, insan bilincinin ürünü olduğu için, birer göreli gerçektir.
Bunlar insan olduğu için vardır. Kuşaktan kuşağa, toplumdan topluma, bireyden bireye değişebilir.
İnsanlık; başlangıcından beri, bir göreli gerçekten, ondan daha doğru, başka bir göreli gerçeğe atlayarak nesnel gerçeğe yaklaşmaya çalışmaktadır. Örneğin “Güneş Dünya’nın çevresinde döner” görüşü, göreli bir gerçektir. Buna karşılık “Dünya Güneş’in çevresinde döner” görüşü nesnel bir gerçektir.
Bununla birlikte kimi göreli gerçekler, kendilerinden daha doğruları bulunmuş olmasına karşın, varlığını sürdürebilir. Örneğin, günümüzde “Dünya yuvarlaktır” gerçeğinin yanı sıra, “Dünya düzdür” görüşü de yandaş bulabilmektedir.
Bilinç-Dışı’nın herhangi bir ögesi hakkındaki göreli gerçeklerden biri, başka birine oranla nesnel gerçeğe daha yakın olabilir.
Örneğin şu önermelerde nesnel gerçeğe yakınlık derecesi gittikçe artmaktadır: “Dünya yuvarlaktır/ Dünya küre şeklindedir/ Dünya elipsoit şeklindedir.”
İnsan bilincinin nesnel gerçeğe doğru yürüyüşünün son noktasında bulunduğu düşünülen gerçeğe mutlak gerçek adı verilir. Mutlak gerçek; yetkin, arı, kendi kendine yeterli, bütünsel, tüm öteki gerçekleri kapsayıcı ve açıklayıcı olan gerçektir. Metafizik dünya görüşüne göre, mutlak gerçek Tanrı’dır.
Agnostisizm, Pozitivizm ve Pragmatizm akımlarına göre mutlak gerçek bilinemez. Diyalektik Materyalizm’e göre mutlak gerçek “her an biraz daha yaklaşılan ve sonsuzluğa dek yaklaşılacak olan gerçektir.”
Nesnel gerçek iki gerçeğin bir araya gelmesinden oluşur. Biz, doğrudan doğruya ‘dünya gerçeği’ni algılarız. Bunun ardında da bir “mutlak gerçek” olduğunu varsayarız.
Dünya gerçeği; matematik, kozmolojik, fizik, kimyasal, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla, içinde yaşamımızı sürdürdüğümüz -ve bir parçası olduğumuz- nesnel gerçektir. Onu, duyum ve akıl gücümüzü kullanarak ve -sonsuz küçüğe ve sonsuz büyüğe doğru- sürekli ileri yol alarak öğrenme olanağımız var.
Bu süreçte, her nesneyi kendisinden daha basit başka bir nesne ile açıklıyoruz. İnsanlığın bu yöneliş ve yürüyüşünden, matematikten ekonomi bilimine, psikolojiden sosyolojiye türlü bilimler oluşmuştur ve oluşmaktadır.
İkincisine mutlak gerçek diyoruz. O, ötelerin ötesindeki, başka bir deyişle, dünya gerçeğinin ardındaki, onun dibindeki gerçektir.
Mutlak gerçek (mutlak hakikat) kavramında iki nokta önemlidir:
– Teorik olarak, mutlak gerçek; kendisinden daha yalın başka bir nesne ile açıklanamayan, yalnızca kendi kendisiyle açıklanabilen gerçektir. Dünyada hiçbir bilim, o noktaya, onu idrak noktasına gelmemiştir.
– Böyle olmakla birlikte, insanlık; tarih boyunca, mutlak gerçeği hep merak etmiş; onun ne olduğunu sormuş, bu soruya türlü yanıtlar vermiştir. Verilen yanıtlar -Sümer dininden İslâm’a- dinleri ve -Platon’dan Descartes ve Hegel’e- türlü felsefi akımları oluşturmuştur. Örneğin, Ortaçağ Hıristiyanlık anlayışına göre “Bir Tanrı’nın varlığı ve onun erki (mutlak gerçek) her şeyden önce gelir. Tüm öbür varlıklar (dünya gerçeği) onun yüce erkinin bir görünüşünden başka bir şey değildir ve onun tarafından yoktan var edilmiştir.”
Bu yoldan ortaya çıkmış olan açıklamalar ve düşünce sistemleri, nesnel gerçeğin derinliğini ve iç yapısını hesaba katmaz. Katsa bile, sığ kalır; belli bir derinlikten öteye geçmez. Arada yer alan sayısız basamakları, oluşum ve bağlantıları atlar.
En son sorulması gereken soruyu en önce sorar. Ya da en son verilecek yanıtı en önce verir.
Bu sistemlerin araştırma yöntemi, bilimsel değildir: “Duyumları işleyen düşünme” tekniğini kullanmaz. Ne gözlem yapar ne bir hipotez oluşturur ne de sınama yapar. Yöntemi; sezgi, duygu, zihinsel kurgu ya da otoriteye başvurmaktır.
Yazarımız: Prof. Dr. Cihan Dura
GÜNCEL
05 Kasım 2024ASAYİŞ
05 Kasım 2024ASAYİŞ
05 Kasım 2024ASAYİŞ
05 Kasım 2024SPOR
05 Kasım 2024ASAYİŞ
05 Kasım 2024ASAYİŞ
05 Kasım 2024